Ebevenynlerimizin duygusal ihtiyaçlarımıza karşı tutumu ve bu ihtiyaçlarımızı, ebevenylerimizin gözünden deneyimle biçimimiz, bir yetişkin olarak kendi ihtiyaçlarımıza verdiğimiz tepkileri ve kendi ihtiyaçlarımızla ilişki kurma biçimimizi belirler.
Bu nedenle, duygusal yorgunluklarımızın ve tükenmiş hissetmelerin temelinde genellikle ebeveynlerimizin çocukluğumuzda bizim ihtiyaçlarımızı nasıl algıladıkları, bunu bize nasıl yansıttıkları ve bu ihtiyaçlarımızın karşılanıp karşılanmadığı sorunsalı yatmaktadır. Ebeveynlerimiz, bizim rol modellerimizdir. Çocuklar, kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılamaları gerektiğini, ebeveynlerinin bu ihtiyaçlara verdikleri anlam ve tepkileri gözlemleyerek öğrenirler.
Duygusal ihtiyaçlarınızı sevgi ve özveriyle karşılayan, ilgisini ve zamanını sizden esirgemeyen, duygusal açıdan destekleyici ebeveynleriniz olduysa; kendi ihtiyaçlarınıza karşı anlayışlı ve destekleyici bir tutum içinde olmayı öğrenirsiniz. İhtiyaçlarınızı anne babanızın karşılaması zor, gereksiz ve sorunlu talepler olarak değil, görülmesi, anlaşılması ve karşılanması gereken ‘normal gereksinimler’ olarak algılar ve deneyimlersiniz.
Ancak eğer ebeveynlerin duygusal ihtiyaçlarının önplanda olduğu, sizden kendi duygusal ihtiyaçlarınızı karşılamanızı bekleyen anne-babanız olduysa; ihtiyaçlarınız gereksiz şımarıklıklar ve doyumsuzluk olarak adlandırılarak öfke, kızgınlık, suçlama, ihmal ve reddedilme ile karşılanır ve böylece bu ihtiyaçların sorun çıkaran, korkutucu şeyler olduğunu öğrenirsiniz. Çocuklar duygusal ihtiyaçlarının ebeveynlerinde olumsuz duygular yarattığını ve onları reddettiklerini gözlemlediklerinde, bu ihtiyaçlarını sevilebilmelerini tehdit eden bir engel olarak algılar ve saklanması, utanılması, bastırılması gereken şeyler olarak yorumlarlar.
0-8 yaş aralığı çocukların kendilerini ebeveynlerinin gözünden gördükleri bir dönemdir. Kendi değerleri ve ihtiyaçları hakkındaki inançlarının çoğu, bu yaşta kendilerine söylenenlere ve onlara nasıl davranıldığına göre şekillenir. Bu nedenle içine doğduğumuz aile ve ebeveyn tutumlarının kendimizle ve başkalarıyla ilişki kurma biçimiz üzerinde hem yapıcı hem de yıkıcı etkileri vardır.
Varlığımızın bir yük olarak görüldüğü: sevilmek, bağ kurmak, güvende hissetmek, duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilmek, içinden geldiği gibi davranabilmek, kabul edilmek, onaylanmak, desteklenmek ve özerklik gibi temel duygusal ihtiyaçlarımızın ihmal edildiği bir aile ortamında büyüdüğümüzde, gelecekte kendi duygularımızla kuracağımız ilişki, onları yok sayma, zayıflık olarak görme ve reddetme şeklinde olacaktır.
Çünkü bu ihtiyaçlarımızı dile getirdiğimizde aldığımız tepkiler, bu ihtiyaçların ebeveynlerimiz üzerinde olumsuz duygular yarattığı, onları kızdırdığı, sevgi ve güven kaybına neden oldukları yönündedir. Bize karşı tavırları sertleşmiş, kaşları çatılmış ve onları hayalkırıklığına uğrattığımız yönünde sözlü ya da sözsüz geri bildirimler almışızdır. Ve bu deneyim sadece ebeveynlerimizin bize karşı tutumlarını değil, bizim kendimize karşı duygularımızı da olumsuz etkilemiştir. Bakım verenlerimizin duygusal ihtiyaçlarımızı ihmal, ilgisizlik, suçlama, sevgisini geri çekme ve reddetme gibi olumsuz tepkilerle karşıladığında ortaya: başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutan, başkalarının istek ve beklentilerini karşılamayadığında suçluluk hisseden, sevginin ve duygusal desteğin hak edilmesi gereken ödüller olduğunu düşünen ve kendisi için bir şey istemenin şımarıklık ve bencillik olduğunu inanan yanlış bir inanç sistemi çıkar. Ve bu inanç sistemine sahip çocuklar bir yetişkin olduklarında enerjilerinin çoğunu geçmişi düşünerek ve karşılanmamış ihtiyaçlarının içlerinde yarattığı boşluğun yasını tutarak harcarlar. Farkında olmadan geçmişte yaşayan bu kişiler, ancak karşılanmayan ihtiyaçlarının farkına varıp, duygularını sağlıklı bir şekilde ifade ettikleri takdirde “şimdi ve buraya” odaklanabilirler. Aksi halde çamura saplanan bir araba lastiği gibi hayatlarının çocukluk ve ergenlik denilen döneminde patinaj yapmaya devam ederler.
Ailemizi seçemeyiz. Ebeveynlerimizi seçemeyiz. İçine doğduğumuz sosyal çevreyi ve koşullarımızı seçemeyiz. Ancak bir yetişkin olarak var olamadığımız, duygusal ve entelektüel olarak beslenmediğimiz, kişisel sınırlarımızın gizli ya da açık olarak ihlal edildiği, iyileşmediğimiz ama yine de inatla sürdürmeye devam ettiğimiz toksik ilişkilerin farkına varabiliriz. Çünkü toksik bir ilişkide “karşılıklılık ilkesi” ve “alma-verme” dengesi bozulmuştur, ihtiyaçlarımız karşılanmaz. Şuan hangi duyguyu deneyimliyorum? Ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var? Ne bana iyi gelir, ne iyi gelmez? Ne istiyorum ve ne istemiyorum? Bu sorular kendi duygusal ihtiyaçlarımzı karşılamaya giden yolun kapılarını aralar.
Başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanmak üzere yetiştirilen ve başka insanların değişken ruh hallerinden kendini sorumlu tutan yetişkinlerin beden farkındalıkları zayıftır. Hastalanıp yatağa düşüne kadar bir bedene sahip olduklarının ve ona ihtiyaç duyduklarının farkına varmazlar. İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı’nı oluşturan Maslow’a göre, insanlar genelde ihtiyaçlarını bilmedikleri için depresyon ya da kaygı gibi psikolojik rahatsızlıklarla karşı karşıya kalırlar. Örneğin, kişinin kendini mutsuz hissettiği bir evlilikte depresyon yaşaması, duygusal destek, yakınlık ve anlayış ihtiyacının karşılanmamasından kaynaklanıyor olabilir. Birey kendi duygusal ihtiyaçlarını farkedip bunları karşılamaya yönelmediği sürece bedeni ona kendisiyle ilgilenmesi gerektiği yönünde mesajlar yollamaya devam edecektir. Kendi kapasitesini aşan, başkasının sorumluluk alanına giren sorumlulukları üstlendiğinde boynu ve omuzları ağrıyacaktır. Kişisel alan ve dinlenme ihtiyacı karşılanmadığında onu yalnız kalmak ve dinlemek zorunda bırakan migreni tutacaktır. Kişisel sınırlarının sistemli bir şekilde ihlal edildiği ve haksızlığa uğradığı bir yerde duygusal yeme bozuklukları, mide veya bağırsak sorunları gibi sağlık sorunları ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla duygusal ihtiyaçlarımız bir zayıflık olarak görülmek, görmezden gelinmek ve önemsizleştirilmek için ortaya çıkmazlar. Bir zayıflık belirtisi, bencillik ve şımarıklık göstergesi değildirler! Bu ihtiyaçlar görülmek, anlaşılmak ve karşılanmak için vardır. Hayatımızdaki işlevi içimizde ve dışımızda olup bitenler hakkında bize farkındalık kazandırmaktır. Nitekim yaşam doyumu yüksek, kendimizle uyum içinde bir hayat sürmek ancak duygularımızı ve onların bize işaret ettiği ihtiyaçları anlamak ve karşılamakla mümkündür.