İnsanın insana yaptığını doğada hiçbir hayvan bir diğerine yapmaz genellikle. İnsan düşünen, öğrenen, gelişen, içinde hem iyilik hem de kötülük potansiyeli bulunan bir varlıktır. Eğer kişi, içindeki kötüyü beslemeyi, büyütmeyi ve geliştirmeyi seçtiyse ne kendisine ne de çevresindekilere bir faydası dokunmaz. Koronavirüsün mutasyona uğramış bir üst versiyonu gibi sinsice bulaşır temas ettiği insanlara.
İnsanların aile içi şiddet denildiğinde aklına ilk olarak fiziksel şiddet gelir. Oysa dışlama ve bir aile üyesini kara koyun ilan etme, en yaygın aile içi şiddet örüntüleri arasındadır. Dışlanma genellikle, yaşayanın bunu utanç, suçluluk ve gururla ilişkilendirdiği için başkasıyla paylaşamadığı bir deneyimdir. Pek çok insan, dışarıdan gelecek daha büyük darbelerin hedefi olmaktan korktuğu için ailesiz ve kimsesiz olduğunu gizler. Bir ailesi varmış, bir yere aitmiş, içeride ve güvendeymiş gibi davranır. Filmlerdeki kötü şeyler hep başkalarının başına gelmez çünkü, kötülük ve karanlık en az iyilik ve aydınlık kadar insan yaşamının bir parçasıdır.
Peki bir insan neden dışlanır, neden başkalarının değil de onun başına gelir? Bunun cevabını bulmak için öncelikle aile içindeki içsel dinamikleri ve rol dağılımını iyi analiz etmek gerekir. Çünkü bunun pek çok farklı ve anlamsız nedeni olabilir. Psikolojik şiddetin, ‚can sıkıntısı‘ ve ‚haz arayışı‘ gibi son derece keyfi nedenlerden dolayı da uygulanabildiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. İnsan zihni doğası gereği karmaşıklık ve belirsizlikle başa çıkmak için bir anlam ve cevap arayışına girer. Bu nedenle, her davranışın ardında tutarlı ve mantıklı nedenler arar. Oysa pek çok insan pek çok şeyi, canı öyle istediği için, daha kolay olduğu için, onu yapma gücüne sahip olduğu için yapar. Bu nedenle, insanlar hakkında karar vermekte acele etmemek gerekir, çünkü eline yapabilme gücü geçmeden nasıl biri olduğunu bilemeyiz.
Hayatta adalet isteyen, eşitlik isteyen insanlara bir bakın, genelde haksızlığa uğrayan, mağdur edilen, para, eğitim, sağlık gibi önemli kaynaklara erişimi kısıtlı, adalete ve eşitliğe en çok ihtiyacı olan insanlar olduklarını görürsünüz. Kaynaklara erişimi, parası ve gücü olan insanlar ellerinde pankartlarla sokaklara dökülmezler. Onların tek amacı, ellerindeki kaynakları ellerinde tutmaya devam etmek ve bu kaynakları kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaktır. Bu dünya, elli metrekarelik bir eve üç çocuğuyla sığmaya çalışanlarla, tek çocuğuyla havuzlu, tenis kortlu bir malikaneye sığamayanların aynı gök kubbe altında yaşadığı bir yerdir. Dolayısıyla insanlar pek çok şeyi onu yapabilme gücü ellerinde olduğu için yaparlar, her zaman çocukluğuna inmeniz, mantıklı ve geçerli bir neden bulmanız gerekmez. Öyle biri olmayı seçmiştir ve öyle davranır.
Bu söylediğim aile içi şiddet için de geçerlidir. Burada, bir insan birine neden şiddet uygular? Sorusuna, ‚şiddet uygulama gücüne sahip olduğu için‘ cevabını verirsek, literatürde ‚victim blaming‘ olarak geçen ‚mağduru suçlama‘ olayına girmemiş oluruz. Çünkü insanlar, öfkeli bir kocanın karısını öldüresiye dövdüğü haberini izlediklerinde, bunun kabul edilemezliğinden çok, ‚kim bilir kadın ne yaptı da bunu hak etti?‘ sorusunun peşine düşerler. Oysa hak edilmiş şiddet diye bir şey yoktur. Kişinin ciddi ve gerçek bir tehditle karşı karşıya kaldığında, meşru müdafaa amacıyla başvurduğu şiddet dışında, şiddete başvurma hakkı yoktur. Bir insanın ailesi içinde dışlanması, bunu hak ettiği için değil, içinde bulunduğu aile ikliminin buna müsait olması ve o ailedeki insanların bunu yapma hakkını ve gücünü kendilerinde bulmaları sonucunda gerçekleşir. Bu ailelerde şiddet uygulayıcısı (zorba), bir kadın olduğunda, bu durum çoğunlukla kişisel ve psikolojik nedenlere dayanır.
Örneğin, mutsuz bir evliliği olan ve eşi tarafından hem psikolojik baskıya hem de ekonomik şiddete maruz kalan bir kadın düşünelim. Bu kadın, aile içinde kendisinden daha genç, daha eğitimli ve bağımsız olan bir kadına karşı kıskançlık hissedebilir. Ve bu kıskançlık, onun yaşamak istediği özgür hayatı yaşadığı için o kişiyi dışlama ve yokmuş gibi davranarak cezalandırma isteği yaratabilir. Çünkü o kadını her gördüğünde hissettiği şey, kendisinden daha özgür ve mutlu olduğu gerçeğidir. Psikanalitik bakış açısına göre, kişinin bir amaca ulaşma konusundaki istek ve çabası engellendiğinde saldırganlık davranışı ortaya çıkar. Ve çoğu zaman bu davranış engellenmeye sebep olan kaynak yerine, daha “zayıf” kişilere yöneltilir.1
İçinde kendini engellenmiş ve mutsuz hissettiği bir evliliği olduğu halde, bu evliliği birden fazla çocuk doğurarak ayakta tutmaya çalışan pek çok kadın vardır. Eşlerinden alamadıkları ilgi ve sevgiyi çocukları üzerinden tedarik etmeye çalışan. İçinde bulundukları duygusal yoksunluktan, dikkatlerini ev işine, ev dekorasyonuna, çocuklarının bakımına yönelterek baş etmeye çalışırlar ve bu bir yere kadar işlevseldir. Ancak asıl sorun söz konusu çocuklar büyüyüp teker teker yuvadan uçmaya başladıklarında baş gösterir. Çünkü kadın, çocuklarının kendi hayatlarını kurmasıyla birlikte bir kez daha içine düştüğü duygusal boşluktan, bu kez de hastalanarak baş etmeye çalışır. Yıllardır bastırdığı duygular artık bir hastalık olarak açığa çıkmaya başlamıştır ve kendisiyle uzun süredir ilgilenmeyen eşinin onu doktora götürüp getirmek, eczaneden ilaçlarını temin etmek gibi küçük zahmetlerde bulunmasını sevildiğine ve kendisiyle ilgilenildiğine dair işaretler olarak kabul eder. Oysa kocasının yaptığı tek şey, evini temizleyen, yemeklerini ve ütülerini yapan kişinin daha fazla elden ayaktan düşerek bu hizmetlerini aksatmasını ve ona yük olmasını önlemektir.
Evlilik adı altında bir kısır döngünün içine hapsolan kadınlar, bu evliliğin üzerlerinde yarattığı yıkıcı etkilerden, içlerinde biriken bastırılmış öfkeden, kimi durumda kendisinden daha güçsüz bulduğu birine şiddet uygulayarak korunmaya çalışır. Buradaki şiddet davranışını bir emniyet ventili olarak tanımlamak mümkündür. Bu öfkenin öznesi bazen kendi çocukları olabileceği gibi, bazen de hor görüp dışladıklarında kimsenin ses çıkarmayacağı başka bir çocuk ya da genç olabilir. Burada kadın, kendisine doğrudan fiziksel şiddet uygulamasa bile, başka şekillerde baskı ve şiddet uygulayan kocasına duyduğu öfkeyi, mutsuz evliliğinin faturasını bir başkasına çıkarır. O kadar yalnız ve sevgisiz bir hayatı vardır ki, içindeki boşluğu başka biri üzerinde güç ve kontrol sahibi olmaya çalışarak doldurmaya çalışır. Eş rolünde yaşadığı güç kaybını, içinde bulunduğu ailede yenge, elti, gelin gibi bir başka rolde şiddete başvurarak geri kazanmaya çalışır. Burada dışlanan çocuk bireyin tek suçu, çevresinde onu koruyacak kimsenin olmaması ve aileden dışlandığı takdirde eksikliğini hissedecek birinin bulunmamasıdır. Başka bir deyişle, ebeveynlik sorumluluklarını yerine getirmeyen ebeveynlerin çocuğu olarak, yanlış zamanda, işlevsiz bir aile sisteminin içine doğmuştur.
Böyle bir aile sisteminin içinde psikolojik şiddet ve dışlama ile büyüyen pek çok kişi bunun normal olduğunu ve tüm bunların kendi kusurlu kişiliğinden kaynaklandığını düşünür. Çünkü ona şiddet uygulayan kişi ya da kişiler, bunun kendi suçu olduğuna ve yaptıklarında haklı olduklarına onu inandırmışlardır. Bu kişiler aynı zamanda çevrelerindeki diğer insanlara, mağdur hakkında sürekli ve düzenli bir şekilde olumsuz konuşmalar yaparak, bu durumu normal ve haklı göstermeyi başarırlar. Oysa gerçek neden şudur: Bu gücü kendilerinden bulmuşlardır ve canları öyle davranmak istemiştir.
________________________
1Dollard, J., Miller, N. E., Doob, L. W, Mowrer, O. H. ve Sears, R. R. (1939). Frustration and aggression. New Haven: Yale University Press