İlişkisel saldırganlık, bir grubun diğer bireylere ve onların ilişkilerine saldırmak için bir silah olarak kullanıldığı (ruhsal) bir tecavüz türüdür. Grup içindeki bir veya bir kaç kişinin sosyal konumlarına ve ilişkilerine zarar vermek veya tamamen ortadan kaldırmak için yalanlar, sırlar, ihanetler ve diğer iki yüzlü taktikler kullanılır. 1a Buradaki amaç, çoğunluğu oluşturan grubun kendilerinden daha yalnız ve güçsüz buldukları bir kişiyi, bir aile ya da grup içinde hakkında olumsuz söylentiler yayarak, görmezden gelerek, küçük düşürürek, orada istenmediği açık ya da örtük bir biçimde göstererek yalnızlaştırmak, mağdurun sosyal statüsüne ya da sosyal ilişkilerine zarar vererek oradan uzaklaşmasını sağlamaktır.
İlişkisel saldırganlık, bireyler üzerinde oldukça yıkıcı etkilere sahip olduğundan araştırmacılar tarafından (ruhsal) bir tecavüz olarak tanımlanır. Dolayısıyla, bu şiddet türünü meşru ve haklı kılacak hiç bir kanıt ve gerekçe yoktur. Konu üzerine yapılan araştırmalarda, ilişkisel saldırganlığın her iki cins tarafından da uygulanmasına rağmen, daha çok kadınlar tarafından tercih edilen bir şiddet türü olduğu yönündendir, dolayısıyla saldırganlığın „kadın“ formu olarak tanımlanır. İyi bilinen fiziksel saldırganlık formlarına göre daha az bilinir ve bu nedenle de fark edilmesi çok daha zordur. 1b
İlişkisel saldırganlık, bir grup kadının arkadaş, yakın akraba veya çoğunluk olmalarından aldıkları güçle kendini savunamayacağını düşündükleri yalnız bir kadına karşı güçlerini birleştirmesidir. En temel özelliği ise, taraflar arasındaki belirgin bir güç dengesizliğinin bulunmasıdır. Saldıraya uğrayan taraf tek başınadır ve diğer grup üyelerinden eğitim, dış görünüş, etnik köken, hayat görüşü, düşünce tarzı, yetenek veya yalnız biri olmak gibi başka kişisel nedenlerden dolayı ayrışmaktadır.
İlişkisel saldırganlığın aile içinde görüldüğü durumlarda, çoğunlukla ailede güç dengesini elinde bulunduran, başkalarını etkileme, onların düşünce ve duygularını yönetme ve manipüle etme gücüne sahip bir kadın tarafından başlatılır. Amacı, aslında kendisi ile diğer kadın arasında olan kişisel bir meseleyi, diğer kadınları da arkasına alarak bir grup problemi haline getirmek ve kendi beklentilerinin dışında hareket eden kişiyi oradan uzaklaştırarak cezalandırmaktır. Buradaki en dikkat çekici husus, aile içinde daha güçlü bir konumda olan kadının diğer aile üyeleri tarafından ”bizden biri” olarak sahiplenilmesi, diğerinin ise gerçekte oraya ait olmayan dışarıdan bir parça olarak görülmesidir. Bu nedenle mağdurun aidiyet duygusu, duygusal bütünlüğü, psikolojik sağlığı ve itibarına zarar verilmesi normal karşılanır.
İlişkisel saldırganlık, aile içinde aralarında daha yakın kan bağı bulunan çoğunluk tarafından, diğerine yönelik bir saldırı davranışı olarak görüldüğünde, literatürde „Tribalismus“ olarak adlandırılan ve Türkçe’ye „Kabilecilik“ olarak çevrilen bir durumdan bahsetmek mümkündür. Kabilecilik bir ayrımcılık türüdür. Tıpkı ırkçılıkta (rasismus) olduğu gibi orada olmaya hakkı olmadığı düşünülen, diğerlerinden farklı, azınlık ve istenmeyen olarak tanımlanan kişiye karşı gizli, açık, dolaylı ya da dolaysız biçimde önyargı, ayrımcılık, sosyal dışlama veya düşmanca davranışlar olarak kendini gösterir. Irkçılık genel hatlarıyla incelendiğinde kendi kanını taşıyan, aynı dili konuşan ve aynı soydan gelenlerin başka soylardan gelenleri aşağılaması olarak algılanır,2 sürü psikolojisi ve davranışları önplandadır.
İlişkisel saldırganlığın odağında ‘dışlama’ vardır. Ailenin mağdura ilişkin izlenimlerindeki olumsuz değişiklikler, mağdurun, ailenin temas içinde bulunduğu diğer sosyal ortamlardan ve topluluklardan da dışlanmasına neden olur. Nitekim, ailede çoğunluğu oluşturan tarafla ters düşmek istemeyen kişiler, mağdurla olan ilişkisini keserek gruba olan bağlılıklarını gösterirler. Çünkü söz konusu çoğunluğun arasında hiç konuşulmayan sessiz bir anlaşma vardır, o da kendi aralarında yarattıkları „ortak düşman“a karşı birlikte hareket etmektir.
Araştırmalara göre, dışlama davranışları, bireyi grup içinde yok sayma, onu görmezden gelme, diğer grup üyeleri ile görüşmesini engelleme ya da grup etkileşiminden yoksun bırakma şeklinde görülmektedir.3 Dışlanmanın bireylerde tehdit ettiği en temel ihtiyaç ait olma ihtiyacıdır. Dışlanmanın mağdurların psikolojisinde yarattığı derin hasar, bir yandan ilişkilerin „mutuality“ karşılıklılık temelinde yürümediği inancının oluşmasına, diğer yandan da mevcut ilişkilerin devamına olan güvenlerinin sarsılmasına neden olur. Kişinin yaşamında yeni ilişkiler kurmaktan kaçınması, mevcut ilişkilerini tamamen kaybetmesi veya kendini toplumdan soyutlaması gibi olumsuz etkiler olarak kendini gösterebilir. Bu durumda, kişinin sosyal izolasyon ve yalnızlık hissi yaşamasına ve uzun vadede kronik depresyon, sosyal anksiyete gibi psikolojik sorunlar yaşamasına yol açar.
Dışlanmanın bireylerde üzerinde yarattığı bir diğer olumsuz etki ise, madde bağımlılığı ve alkolizm gibi bağımlılık riskini arttırmasıdır. Burada bir maddeye ya da zararlı bir alışkanlığa karşı geliştirilen bağımlılık bireyin kaybettiği bağları temsil eder. Kişi kaybettiği bağların yerine bağımlısı haline geldiği şeyi koyarak hayata tutunmaya ve kendini yaşamda tutmaya çalışır. Birey olmanın önplana çıkarıldığı ve aile bağlarının gittikçe zayıfladığı toplumlarda bağımlılıklarının yaygınlaşmasının temelinde mevcut sosyal bağların ve dayanışma kültürünün zayıflaması ve ailesizlik gelmektedir. Çünkü insan yaşamında ailenin ve bireysel sosyal destek sisteminin koruyucu önleyici bir etkisi vardır. İnsanın ancak karşılığında bir şeyler vererek ait olma hakkını kazandığı, veren taraf olduğu sürece içerde tutulduğu ve olduğu gibi kabul edilmediği bir yerde sağlıklı bir aile ortamından bahsetmek mümkün değildir. Bu tür aile yapıları bilimsel kaynaklarda, aile olma işlevini yerine getiremeyen ‚işlevsiz aile‘ olarak yer alır.
Dışlanma deneyiminin bireylerin varoluşları üzerinde oluşturduğu bir diğer tehdit ise, intihar riskini arttırmasıdır. İlişkisel saldırganlığın çocuk formu olarak bilinen akran zorbalığında, zorbalığa maruz kalan öğrencilerin bir kısmının intihar ederek bu duruma son verdiği bilinmektedir. Araştırmalara göre, beyinde fiziksel acıya tepki olarak aktif hale gelen bölge ile dışlanma tecrübesi yaşandığında aktif olan bölge (dACC bölgesi) benzerdir.4 Buna göre, beynimizin fiziksel acı karşısında duyduğu acı ile dışlandığında duyduğu acı aynıdır. Bazı insanlar gerçekten ölmek istedikleri için değil, istenmediği, olduğu gibi kabul edilmediği, görmezden gelindiği ve bu acıyla artık baş edemediği için hayatlarına son verirler. Başkalarının nazarında ‘intihar eden insan‘ olarak sadece iki dakikalık haber değeri olan bu insanlar, eliyle ya da diliyle başkalarına zarar veren insanların cehenneme çevirdiği dünyalarında, artık yaşama tutunacak gücü kendinde bulamayan insanlardır.
Williams Kipling’e göre, dışlanma tecrübesi deneysel olarak kurgulanabilmektedir. Yeni katıldığımız bir grupta bizimle ilgilenilmemesi ve grubun diğer bireylerinin sadece kendi aralarında iletişim kurmaları kısa süreli bir dışlanma tecrübesine örnek gösterilebilir.5 İlişkisel saldırganlığın literatürdeki diğer ismi gizli zorbalıktır. Bunun nedeni, kişinin dışlandığını ve dışlandığında hissettiği o acıyı asla ispat edemeyişidir.
Biri size fiziksel şiddet uyguladığında bunu ispat etmeniz mümkündür, ancak çürükler içinizde olduğunda, onları başkalarına göstermeniz mümkün değildir. Ruhunuzda açılan yaralar görünmezdir.
İlişkisel saldırganlık bir grup saldırısıdır, tek kişi tarafından başlatılsa bile bir grup halinde devam eder. Grubun aktif oyuncuları kadar sessiz kalan ve izleyenler de bu saldırının içinde yer alır. Mağdurların ilişkisel saldırganlığa verdikleri tepkiler birbirinden farklıdır. Bazı insanlar dirayetlidir, bedeli ne olursa olsun şiddete maruz kaldıkları ortamdan uzaklaşarak ve zorbalarla temaslarını en aza indirerek kendilerini korurlar. Bazıları ise boyun eğerek, başkalarını memnun edecek şekilde davranarak, grupta baskın olan kadınla arasını iyi tutarak ait olma ihtiyacını karşılar. Onlar için hiçbir şey ifade etmediğiniz bir ailenin parçası olmaya çalışmak ve bunun için de herkesin işine yarayan bir insan olmak zorunda kalmak ne büyük bir sömürüdür. Gerçekten verecek bir şeyiniz kalmadan, tükenmeden o döngüden çıkamazsınız.
- Gizli zorbalığın normal görüldüğü ve bazı insanların dışlanmayı hakettiğine inan bir aile tanımıştım. Birlik olup ruhuna saldırdıkları kadın danışanım olmuştu. Almanya’da yaşayan bu aile, kısa bir süre yazılı tehdit ve korkutma şeklinde ırkçı saldırılara maruz kalmış, ırkçılığın kabul edilemez bir tutum olduğunu ve tüm insanlar gibi kendilerinin de yaşadıkları toplumun bir parçası olduklarını belirterek savcılığa şikayette bulunmuşlardı. Yaşadıkları toplumun değerli bir parçası olarak görülmeyi ve evlerinde güvende hissetmeyi istiyorlardı. Ellerine fırsat geçtiğinde ve bunun başkaları tarafından bir kınamaya yol açmadığına emin olduklarında başka bir insanı kolaylıkla dışlayan, görmezden gelen, hakkında olumsuz konuşmalar yaparak itibarına zarar veren bu insanlar, söz konusu kendi varoluşları olduğunda bir anda haktan adaletten yana “ayrımcılık karşıtı” bir tutum içine girmişlerdi. Bireysel farklılıkların normal olduğunu, farklı olmanın, farklı düşünmenini, farklı giyinmenin, farklı inanmanın içinde yaşadıkları toplum için kültürel bir zenginlik olduğunu savuyorlardı. Bunun dışındaki herhangi bir fikir insan hakları ihlaline girerdi. Haksız bir muamele görmek ve ayrımcılığa uğramak istemiyorlardı! Bu nedenle Alman hukukçuları ve diğer insanları duyarlı davranmaya, kendileri ile empati kurmaya davet ediyorlardı.
İnsanların kendi güvenlikleri, kendi varoluşları, kendi duygusal refahı, kendi çıkarları söz konusu olduğunda takındıkları demokratik tavır ile, birilerini ezme fırsatı bulduklarında takındıkları acımasız tavır her zaman çok dikkatimi çekmiştir. Çünkü pek çok insan şiddete uğramaya karşıdır, şiddetin uygulayıcısı olmaya bir itirazları yoktur.
Derya Karadağ
___________________
Kaynakça:
1a,1b İlişkisel saldırganlık https://tr.wikipedia.org/wiki/İlişkisel_saldırganlık Erişim Tarihi, 01.05.24
2 Irkçılık, https://tr.wikipedia.org/wiki/ırkçılık Erişim Tarihi, 01.05.24
3Abayhan, Yasemin (2013). Sosyal etki kuramı bağlamında psikolojik dışlanma (Yayımlanmamış doktora tezi). https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/’nden erişilmiştir (Tez No. 339022).
4 N. I. Eisenberger, et al. (2003). Does Rejection Hurt? An Fmri Study Of Social Exclusion. Science, sf: 290-292.
5Kipling D. Williams. (2009). Ostracism: A Temporal Need‐Threat Model. Advances in experimental social psychology, sf: 275-314.